29 Haziran 2016 Çarşamba

Kolay gelsin hepimize...

Araf...
Ennnn zoru...
Hastalıkta...mutsuzlukta...aşkta...niyette...

Denge...
Ennnn iyisi...
Hayatta...ilişkide...yemekte...içmekte...

Akış...
Ennn kolayı...
Dertte...tasada...kabulde...mutlulukta...

Akıl...
Ennn gerekeni...
Kurguda...sorguda...yargıda...kararda...

Duygu...
Ennn karışığı...
Görüşte...sevişte...gidişte...bitişte...

Niyet...
Ennn zorunlusu...
Krizde...kavgada...dalgada...yokuşta...

Hayat...
Ennn kutsalı...
Çıkışta...inişte...günahta...sevapta...

An...
Ennn gerçeği...
Acıda...hüzünde...sevgide...neşede...

Aşk...
Ennn vazgeçilmezi...
Dünde...bugünde...yarında...hayalde...

Karar...
Ennn sonu...
Seçimde...yolda...kaosta...kaderde...

Kolay gelsin hepimize;)










21 Haziran 2016 Salı

Keraat Vakti:-)

Aslında blog yazmaya başladığımda, ilk rakıyı yazarım diyordum:-) Ama herşeyi yazdım onu yazamadım bir türlü...
Kısmet bugüneymiş...

Kendisiyle ilk tanışmamız, ilkokul yıllarıma gider...
Burnuma bir mangal birde kavun kokusu eşlik eder...
Fonda Zeki Müren şarkılar söyler...
Kadehler dolar boşalır, her havaya kalkan boş kadeh bana görevimi söyler...

Babamın göğsüne her yattığımda duyduğum anason kokusu çocukluğumun kokusudur benim...

Ben kocaman bir kadın olup, rakı içmeye başladıktan sonra, içmeden önce, her seferinde koklarım rakıyı, bilirim her seferinde O bana eşlik eder:-)

Rakının altlığı, kafası, sohbeti, muhabbeti, sarhoşluğu, ayılması farklıdır diğer içkilerden benim için...

Bir kere ilk yudum ciddi bir adanmışlıkla başlar...
"Hadi neye içelim?"
Bir tek rakı içerken sorulur bu soru...tüm diğer içkiler "Şerefe!" ile kalkar...
"Sağlığa, mutluluğa, güzel günlere, bize, yaza, dostluğa..." artık her neye kalkarsa kadehler, masanın ve masadakilerin mevzusu odur o gece...
Birde sadece rakıya özel bir kelime vardır..."Yarasın!"
Ne için içiyorsak ona yarasın, bize yarasın, işe yarasın:-)

Kendinle yüzleşmeni sağlar rakı...Davan neyse masaya yatar...
Konu, rakı muhabbetinin eşlikçilerinden saklanmaz, saklanamaz, herkes herşeyi anlar...işin en güzel yanı ertesi gün unutur...
Kimse derdine "Seninki de dert mi?" diye yaklaşmaz, herkesin derdi olur derdin...
Beraber susulur, beraber ağlanır, beraber gülünür, beraber yaşanır...
En güzel yanı da budur aslında...içenleri bir yapar!

Keraat vakti, yani içme zamanı önemli bir an... Ne erken başlayacaksın içmeye, ne de geç...
Herşeyde olduğu gibi, rakı da zamanını bekler...zamanı geldiyse su gibi akar gider...

Kadınların ellerine çok yakışır rakı kadehi...kırmızı ojeli, kısa tırnaklı...nasıl olursa olsun...
O kadını rakı içmeyen kadınlardan ayıran bir tutuşu vardır, o kadının hayatta bir duruşu vardır...

Ayarında kalırsan sana hizmet eder,  kendinle yüzleştirir, gönlünü temizler, neşene neşe, kederine dost,  acına yoldaş olur...
Boğazından hayat gibi akar...

Rakının bir lügatı vardır; içinde bol  bol kelime saklar... Efkar...Gam...Hasret....Vuslat...Şükür...Hayat...Sefa...Sevda...Sıla...Mehtap....
Her kelime her yudumda içine dolar...

Ben rakı içen adamı severim, kalbini çıkarıp masaya koyan.
Rakı içen kadını daha çok severim, o kalbi alıp kendine katan... Rakı masasının mezesini, sohbetini, şıkırtısını, sesini severim... küçücük mezeler, kendinden büyük heceler saklar...


Benim soframdan geçmiş, kalbimi görmüş, olduğum gibi, olduğum kadar beni sevmiş, kendini açmış tüm dostlara selam olsun...
Bu yazı da sizlere gelsin...
Yarasın!!!








12 Haziran 2016 Pazar

Bu Ev Bu Bahçe...

Bir tatlı esinti var...Güneş bir tül gibi dokunuyor bacağıma...Lavantalarda tombul arılar, havada asılı örümcekler, dallara konup kalkan kırmızı gagalı kuş, ağaçtan sessizce düşen sarı yaprak, çimlerin üstünde kristal taneler gibi yanıp sönen çiğ, tatlı ve otsu bir koku günaydın diyor bugün bana..

Önce uzaktan sonra adım adım yakından gelen bir çıngırak sesi susturuyor arsız kuşları... Koyun sürüsü belli belirsiz bir ses çıkararak otların arasından geçiyor...

Her notadan ötmeyi nasıl biliyor bu kuşlar Allah aşkına??!

15 metre selviler bu hafif rüzgarla nasıl savruluyor acaba nazlı nazlı?

Az zorlasam denizin kokusu mu geliyor ne!!!

Narın çiçeğinin kırmızısı lavantanın moruna, yaprağın yeşiline, göğün mavisine nasıl yakışmış öyle...

Hangisi olsam acaba? Daldaki erik, havada uçan sarı kelebek, göçe hazırlanan bebek kuş, nazlı nazlı sallanan mis kokulu lavanta, kocaman, görkemli ortanca, upuzun selvi, asırlık zeytin ağacı, yavaşça ısıtan güneş, hafifçe esen imbat, havada asılı duran koku?

Her ağacın bir öyküsü var benimle başlayan...
Şu kayısının toprağına gübre attırmazdım Kaoş oynasın diye, bak en büyük ağaç o şimdi... Oğlumun enerjisi ile büyüdü...
Babam için diktiğim badem meyve verdi bu yıl, yiyemiyorum bir türlü...
Yerini değiştirdim diye bana küsmüştü süs narı biliyorum... Ama beni affetmiş gibi bu yıl...
Söğüt ağacımı arıyor gözlerim, onsuz ilk yazımız:-(
Şu benim boyumu geçen limon selviden önce orda olan akça ağacı da unutamadım bir türlü, haberi var mı utanmaz çamın bundan?
Şeftali arkada diye mi sürekli bitleniyor, ilgisiz mi kalıyor acaba?
Ama can eriği, ennnn sevdiğim, evimin sembolü olsun diye niyet edip dikmiştim, kimsenin haberi yok bundan, ondan başka:-)
Palmiyeler biliyorlar mı onları çok sevmediğimi? Çok üzgünüm, ne yapayım...

Bu ev, bu bahçe benim içimden geçiyor senelerdir... Bir hortum gibi kuytularımı yıkıyor...Beni dönüştürüyor...İyileştiriyor...

Toprakla, yaprakla, ağaçla, çiçekle, kuşla, böcekle, kelebekle, karıncayla, güneşle bir oluyorum..

Durmanın, olmanın tadını çıkarıyorum...

Yaşamdayım, kendimleyim, andayım...

Mutluyum, eni konu mutluyum...

Benimle konuşuyor evim ve bahçem... Bana hep umut veriyor, kendi özümü gösteriyor, kendimi görmemi, sevmemi, kabul etmemi söylüyor..

Beni onaylıyor her daim...

Yaşamın bir parçası olduğumu hatırlatıyor...hem çok önemli hem bir o kadar sıradan...

İşte buranın sırrı bu...

Yuvanın sırrı bu...

Değil mi?











8 Haziran 2016 Çarşamba

Ağrıyan Diş:-(

Bu yaşta öğrendim diş ağrısı neymiş!!
Nerdeyse bir haftadır beynimi oyan 20 yaş dişini dün çektirdim!!
Davul gibi bir yanak, yaralı bir dudakla estek köstek yaşamaya çalışıyorum...

Testere gibi bir aletle parçalayarak çıkardı dişi doktor...direndi kökleri çıkmaya...
Zaten benim olayım bu bilen bilir, ağrısada benimdir!
Hiçbir şeyden kolay vazgeçmem hayatımda..
Kendimle bir kez daha yüzleştim dişimde:)
Birde başka bir dişi ağrıyor sanıyormuşum, adres şaşırtmaca:)
Bunu da yapar mıyım acaba?;-)

Ağzım yarılacak kadar açık, baş aşağı, 4 el ve bilimum alet edavat ağzımda, beynimi oyan bir testere sesi ile geçen 1 saatin sonunda diş ağrım bitti...
Bedeli neyse ödersen, acı bitiyor...hep derim içinden geçmek lazım!

Ama bugün acayip depresifim... Yemek yiyemiyorum...Dişimin şerefine içemiyorum... Dışarı çıkamıyorum...
Evde Kaan ve Adviye, yanakta buz...
Başka bir bedene ve dünyaya kaçmak istiyorum...
Ne yapsam ruhumu toparlamaya yetmiyor bugün:-(

Diyeceğim odur ki şimdi 2 dikiş, şiş yanak ve ılık çorba arasında acısız ve ağrısız yaşıyorum...
Yine de mutsuzum...bomboşum...acıyorum:-(